29 Ağustos 2019 Perşembe

BENİM NADİR DEVLETİM…*

*Razil Veliev
Tataristan Halk Şairi

Kazan Utları, sayı 7, 2019, s. 175-178.
Tatarca aslından Türkçe'ye çeviren:
 Nadir Devlet

 

Nadir Devlet 75 yaşında


Bilim adamı Nadir Devlet’le ilk buluşmam 1990’de bir tesadüf eseri, beklenmedik bir zamanda oldu. Sovyetler Birliğinin kapıları henüz açılmaya başlamıştı. 

Akademisyenlerimiz Ebrar Kerimullin, Yahya Abdullin ve Mirfatih Zekiyev’in davetleri ile bir gün New York’tan Rıfat Tabi ve Türkiye’den Nadir Devlet adlı profesörler Kazan’a geliverdiler. 

Batıda âdet olduğu üzere misafirleri bir otele yerleştirmek yerine, misafirperverlik göstermek için mi veya başka bir sebepten mi, Kerimullin ve Abdullin onları kendi evlerinde misafir etti.

O yıllarda ben Tataristan (şimdiki Milli) Kütüphanesinin müdürlüğü görevini ifa ediyordum. Kütüphanemizin bilimsel danışmanı Kerimullin, böylesine kıymetli misafirlerin Kazan’a geldiğini, Nadir’i kendi evinde misafir ettiğini, kuş yakalamış bir çocuk heyecanı ile bizlere duyurdu. Söz arasında misafirleri ağırlamak için Kazan’daki bütün mağazaları dolaştığını, ancak işe yarar bir gıda maddesi bulamadığını da söyledi. 

O gün misafirler ile tanıştırmak için beni evine davet ettiyse de gidememiştim.

Bilim insanı kitapsız, kütüphanesiz olamıyor: İkinci günü büromun kapısında iki yabancı duruyordu. Kim olduklarını anında anladım. Öncelikle güzel giysileri ile göze çapıyorlardı; ayrıca yüzlerindeki, dudaklarındaki tebessümün aydınlığı onların bizim gibi yıpranmış kıyafetli bir cemiyet mensubu olmadıklarını gösteriyordu. Çünkü bizler her zaman üzüntülü, keyifsiz, neşesiz, dertli insanlar arasında yaşadığımızdan, tebessüm eden insanlara şaşkınlık, hatta şüphe ile bakmayı öğrenmiştik.

Nadir Devlet’in kütüphanemiz külliyatındaki eski kitaplar ve el yazmalarını incelemek istediğini öğrenince, ona içtenlikle yarım etmeyi borç bildik. Zeminden tavana kadar tıka-basa kitaplarla dolu odanın birinde bir köşeye ufacık bir masayı sıkıştırarak, Nadir Beyi oraya yerleştirdik. Hafta boyu “Ebu Ali Sina mağarasında” otururken, çeşitli kurumlardan gelerek, onun muhacirlik geçmişini ve neden buraya geldiğini merak edenler, Sovyet döneminde “yasaklanan” kitapları ona verdiğim için bana tehdit savuranlar da oldu. Ancak o yıllarda ülkede demokrasi rüzgarları esmeye başlamıştı, (dolayısıyla) konu tatsız bir şekilde sonlanmadı.

Arap harfli kitapları ve el yazmaları okuya okuya gözleri yaşarıp bulanmaya başlayınca  benim odama gelip, uzun müddet çay içmeyi, çay ile birlikte sohbet etmeyi alışkanlık haline getirdi. Doğrusunu söylemek gerekirse bu karşılıklı sohbet olmaktan ziyade, daha fazla o konuşur, ben ise onun dediklerini sonsuz bir iştahla dinlerdim. Çünkü zor ve ibretli bir alınyazısına sahip bu şahsın her cümlesi, her düşüncesi benim için yepyeniydi ve kalbime yakın da geliyordu. Onu dinlerken sanki tek bir insanın kaderi değil de halkımızın acı kaderinin gözlerimin önünden, kalbimin içinden geçtiğini hissediyordum.

1944 yılda Çin’in doğusundaki Mukden şehrinde, asil soydan gelen İbrahim Devlet-Kildi ile Rukiye Muhammediş çiftinin çocuğu olarak doğmuş, iki yaşı dolmadan yetim kalmış Nadir’in yaşam çizgisi, başlı başına bir tragedya romanı konusu idi. Ben misafirimize o kadar çabuk alıştım ki, sanki biz dünyanın iki farklı yerinde uzun yıllar birbirini görmeye çalışarak yaşamışız da, işte nihayet buluşmuşuz gibi. 

Yıllarca birikmiş olan fikir-düşünceler, özlem-üzüntü duyguları gönüllerimizden taşıp çıkıyor, biz saatler boyunca düşünce-fikir dünyamızda yüzüyorduk. Tatar halkının karmaşık tarihinden, acı kaderinden ben de oldukça haberdardım. Fakat kardeşim Nadir’in bu konudaki fikirleri daha derin, bilgisi çok daha kapsamlı idi. 

Bu bir hafta içinde o bana büyük Tatar dünyasının kapılarını açtı, kendi bildiği patikalarda, yollarda seyahat ettirdi; Türk halkını, kardeş başka Türki halkları tek-tek anlattı. Onun görüşleri benim için yepyeni, hatta biraz yabancı olsa da nedense onlar yüreğime hoş gelip, bu birkaç gün içinde Profesör Nadir Devlet’in talebesine dönüştüğümü sezmeden kalmışım.
 
Kütüphanede Arap harfleri ile basılmış eski kitaplar ve el yazmalar ile birlikte onun Rus, İngiliz, Alman dillerinde yayımlanmış eserlerle de ilgilendiğini görünce, önceleri hayli şaşırmıştım. Çünkü bizim Tatar âlimleri iki dil: Tatar ve Rus dillerini bilirler, akademik çalışmalarında işte ancak bu iki dilden faydalanırlar. Ama Rusça kaynaklarda ve el yazmalarda genel olarak Rusya’nın siyasi bakışı açısından Tatar tarihine değer verilir. Tatarların kendi kaynakları ise gayet az, çünkü onlar sistematik şekilde yok edilmişlerdir.
 
Bir buluşma esnasında akademisyen, büyük tarihçimiz Mirkasıym Gosmanov’un Nadir Devlet Bey hakkında söylediği sözler sonsuza dek gönlümde yer etti. “Nadir Devlet -demişti o-  kendisinin geniş dünya görüşü, çok malûmatlı, kapsamlı fikir belirtme kabiliyeti ile bizim tarihçilerimizden ayrılmaktadır. İlk olarak, Tatar halkının kaderini kendi yüreğinde, kendi kaderi aracılığı ile yaşamış bir kişi. İkinci olarak, o sansür zincirlerini görmemiş; hür vicdanlı bir bilim adamı. Üçüncü olarak, o bizim tarihimizi dışardan bakarak değerlendiriyor. Büyük şeyler dışardan daha iyi kavranır. Dördüncü olarak o bizim gibi ancak iki dil değil, Türkçe, İngilizce, Almanca, Rusça, Tatarca ve başka Türki diller ile de çalışıyor, o dillerdeki kaynaklardan rahatlıkla faydalanabiliyor”.
 
Kazan’a o ilk geldikleri zaman onları buradaki kurumlardan bin bir zorlukla izin alarak Tataristan’da gezdirdik. Alabuga, Çallı, Tüben (aşağı) Kama şehirlerinde gerçekleşen toplantılarda halk muhacir hemşerilerini yakın kardeşleri gibi karşıladı, sual üzerine sualler sordu, hatta onları biraz bıktırdı. 

Hâlâ hatırlarım: Tüben Kama’daki buluşmada bir gencin yönelttiği ”Siz Tataristan’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Herhangi bir dönemde bağımsız olur muyuz?” şeklindeki soruya Nadir Bey içtenlikle cevap arayarak, hayli müddet düşündü. Sonunda elini geleceğe işaret eder gibi yukarı kaldırdı: “Siz bugün kendinizi kurtuluşa ermiş gibi hissediyorsunuz. Bağımsızlıkla ilgili bildiri yayımlamak gerekli bir davranış, ancak o yüce gayeye ilk adım. Müstakillik kazanmak için teferruatlı bir program gerekli. Devlet yapısını derinden anlayan, bağımsızlık için gerçekten mücadele edecek fedakâr insanlar, devleti oluşturan bürokratlar, gerçek anlamda bu gaye doğrultusunda çalışmaya başlarlarsa, bu programı gerçekleştirebilirler. Fakat Moskova buna karşı çıkacaktır. Sizdeki henüz bayram hâleti, bayram ruhu, hayal dünyası…” 

Nadir Devlet’in o zamanda gayet temkinli, bizi üzmeden, bayramımızı bozmamaya çalışarak söylediği bu kinayeli sözlerinde nihayet öngörü olduğunu, kendi başından geçen acı hayat tecrübesi ve tarih derslerinin yattığını ben hayli yıllar sonra anladım. Bir müddet sonra “Millet Meclisi” adlı kitabının önsözünde “İhtilal yılları (Rusya’daki) bütün halklar için büyük ümitler doğurmuştu, fakat çoğunluğu için bunlar ancak hayal olarak kaldı” diye yazmıştı. “Mücadele yolunda hesapsızca kurban verildi, sonsuz acılar çekildi. Ama aynı zamanda hayli siyasi ve hayati tecrübeler de kazanılmadı değil…”

Nadir Devlet uzun yıllar “Azatlık (özgürlük)” radyosu aracılığı ile Tatar Dünyasına gerçek tarihimiz hakkında konuştu, unutulan tarihi hazinelerimizi, yasaklanan edebi eserlerimizi halkımıza iade etti. İstanbul (çevirenin notu: Ankara) şehrinde “Kazan” adlı dergiyi organize edip, kendisi derginin baş yazarı olarak, muhacirlikteki soydaşlarımızı kendi etrafına topladı.
 
Nadir Devlet: çok karmaşık bir kadere dûçar olmuş şahıs, diye söylemiştik. Çin’de on yıl süreyle milli dava güden “Milli Bayrak” gazetesini çıkaran anne-babasını Stalin hapishanesine kapatarak kendisini yetim-öksüz bırakan ülkeye kırgın olarak yaşaması hiç de acayip değil. Fakat o hiçbir zaman kendi halkına kırgınlık göstermedi, ondan uzaklaşmadı; tersine bütün ömrü boyunca ona hizmet etti. 

Hem Kazan’da hem İstanbul’daki buluşmalarımız, telefon ve mektup ile haberleşmelerimiz esnasında konu genellikle halkımızın kaderi, geçmişi, bugünü ve geleceği hakkında olsa da 'Nadir Devlet' gerçeğini ben onun bilimsel çalışmalarını, yazdığı kitapları okuduktan sonra ancak anlamaya ve öğrenmeye başladım sanki. 

İlk olarak, 1998 yılında onun “Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi” adlı eserini Tatarca’ya çevirtme işini organize ettim. Bilim adamlarımızın bu kitaba ilgisi olduğunu görünce, “Cıyın (küme)” vakfı ve Milli Kütüphane yardımı ile “1917 Ekim İhtilali ve Türk-Tatar Millet Meclisi” adlı onun çok teferruatlı ve ağır bilimsel eserini neşrettik. Onun Kazan’da yayımlanan üçüncü eseri “Millet ile Sovyet Arasında: 1917 Ekim İhtilali - Rusya Türklerinin Varoluş Mücadelesi”. 

Türki halkların 20. yüzyıl başında bağımsızlık ve devlet kurmak için yaptığı mücadeleyi kronolojik şekilde ve teferruatlı olarak, bilimsel temele oturtarak incelemiş olan başka bir âlim var mı dünyada? Bunların önemi şuradaki, bu bilimsel, tarihi eserlerinin hepsinde de Tatar halkı, onun devlet kurmak için mücadelesi, milli özgürlük hareketi ana konulardan biri olmaktadır. 

Ne yazıktır ki, bütün ömrü boyu Tatarı dünyaya tanıtmak, onun tarihine objektif değer verilmesini sağlamak için mücadele eden bu büyük ilim adamına henüz gereken saygıyı gösterdiğimiz yok. Onun Tatar halkı için yaptıklarını halka duyurmak ve anlatmak, halkımızın tarihi hakkındaki muhteviyatlı, derin eserleri hakkında bilimsel konferanslar düzenlemek için bizde her türlü şartlar mevcut. Gelecekte onun bilimsel eserleri temel alınarak yüksek eğitim kurumlarında tezler hazırlansa, talebeler bitirme tezlerini yazsalar, Tatar tarihini araştırmada yeni sayfaların açılmasına neden olurdu.

Nadir Devlet Türkiye ile Almanya’da yüksek eğitim görmüş, Amerikan üniversitelerinde ders vermiş uluslararası çapta tanınmış bir profesör. Kazan üniversitesinin böyle meşhur bir bilim adamını davet etmesi, iaşe ve ibatesi için gerekli altyapıyı hazırlaması, ders vermesini sağlaması çok zor bir iş olmasa gerek? Şimdi biz milyonlarca paralar sarf edip, Tataristan’a (bilmediğimiz-tanımadığımız) kimleri çağırmıyoruz ki? Fakat (bu davetlerde) kendi insanlarımızı sıkça uzakta tutuyoruz.

Nadir Devlet’in kaderi ve bilimsel eserleri hakkında teferruatlı olarak yazmak için bu makalenin çerçevesi dar gelir. Evet, birkaç yıl önce Moskova’nın “Kultura (Kültür)” televizyon kanalında (Kazan’da değil) onunla ilgili çok seriden oluşan belgesel göstermişlerdi. O belgeseli izleyenler televizyon kanalına binlerce mektup yolladılar diye yöneticileri belirtmişti.
 
İzleyiciler, Nadir’in kaderi ile birlikte onun Kazan’da yaşayan kızkardeşi Feride’nin kaderini de düşünmek zorunda kalmışlardı. Feride, annesi tutuklu olarak hapiste iken doğmuş. Yaşamın bütün acısı-tatlısını, zorluklarını görerek büyümüş, yetimhanelerde hayata kalmayı becermiş. Buna rağmen çalışıp çabalayıp Kazan üniversitesini tamamlamış, bir fabrikaya mühendis olarak girmiş, işçi yurdunda (!) bir oda da bulmuş… 

İşte ben 1990’da bu ağabey-kız kardeşin hayatlarında ilk defa buluşmalarına şahit oldum. Çin’de doğmuş İbrahim (çevirenin notu: Ahtem İlyas) adlı bir Tatarın himayesine aldığı, Türkiye’de büyümüş, Almanya’da bilimini geliştirmiş olan muhacir Nadir, bugün dört-beş dili rahatça konuşabilen tanınmış bir bilim adamı, profesör derecesine ulaşmış meşhur bir şahıs. Fakat vatanında doğup, kendi ülkesinde eğitim ve terbiye alan, şu anda Tataristan’da yaşayan bir kelime bile Tatarca bilmeyen Feride, Türkiye’de hayatını geçiren ağabeyi Nadir ona ana dilinde hitap edince, bir şeycik anlamadan, hayli bir süre sessiz kaldı. 

Nadir’in Tatarca söylediklerini ben Feride için Rusçaya çevirdim. Rusça bilmesine rağmen, Nadir’in kızkardeşi ile kendi ana dilinde konuşmak istediğini görmek kalbimi parçaladı, gözümden yaşlar akmıştı o zaman. Bu buluşma, bu iki ibret dolu kader hakkında ayrı bir eser yazmak mümkün bence…
 
Nadir Devlet ile Feride Devlet (Kildi)’nin kardeşlikleri, kaderleri hakkında düşündüğümde, kalbim (hızlı hızlı) çarpmaya başlıyor: “Halkımız bugün, genellikle, bu Feride örneğine benziyor mu, acaba?”

Nadir ise yabancı ülkelerde yaşamasına rağmen kaybolmamış, kaderin kara ormanlarında yolunu şaşırmamış, kendini kimliğini korumuş, çevresine Tatar dünyasını inceleyen genç bilim insanlarını toplamış, onlara kol-kanat germiş, sevgili eşi özbeöz Türk kızı Beril’i Tatar dili, Tatar tarihi dünyasına sokmuş, ondan tam anlamda fikir ve kader ortağı bir Türk yaratmış. Tataristan’dan uzakta yaşasa da anadilini gözünün nuru gibi korumuş, milletinin bağrı, ayrılmaz parçası, ufacık bir müstakil Devleti olarak ömrünü geçirmiş.
 
Tataristan’da artık üçüncü kitabım çıktı. Bu benim için sevinç kaynağı. 1990 yılının Mayıs’ında Kazan’a ilk gidişimde böyle bir şey olur diye düşünmemiştim. O ziyaret çok değerli dostlar bulmama yol açtı.Bunların en başta geleni, bugün artık “kardeşim” dediğim Razil Veliev oldu… Son 17 yılda Kazan’da 3 (çevirenin notu: 5) kitabım, 20’den fazla makalem yayımlandı. Bunların hepsi işte bu gibi dostlar sayesinde gerçekleşti. Onlar beni Tatar halkı ile buluşturdular. Uzak diasporada yaşayan bir insan için bundan fazla gururlanacağı başka şey olabilir mi? Hayır!”- diye duygulu satırlar yazmıştı Nadir Devlet.

Cevaben hafif şaka yollu, aşağıdaki mısraları yollamıştım:

“Devletim yok” diyene
Böyle cevap verirdim:
“Nasıl olmaz ki devletim? –
Varken benim Nadir Devlet’im!”

*Razil Veliev
Tataristan Halk Şairi

Kazan Utları, sayı 7, 2019, s. 175-178.