8 Mayıs 2019 Çarşamba

Sovyet Sonrası Türk Dünyası Jeopolitiği Uluslararası Çalıştayı’ndan izlenimler


3-5 Mayıs 2019 tarihleri arasında İzmir’de Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü ve Türk Tarih Kurumu tarafından yukarıdaki adda bir çalıştay (workshop) düzenlendi. 18 konuşmacının katıldığı bu üç günlük toplantıyoğun bir çalışma programını içerdi. Konuşmacılar tarafından çeşitli bilgi ve görüşler aktarıldı.

Yabancılar olarak Uppsala’da çalışan Yeni Zelandalı, Pekin  Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi ve yıllarca Türkiye’de bulunan bir Ukraynalı bilim adamının bildirilerini dinledik. Soru cevap kısmında Çinli bilim adamı, ülkenin Uygurlara (ve diğer azınlıklara) yaptırımları soruldu. O bu konunun Çin ileri gelenlerinin ve halkın bilmediği bir şey olduğunu söyledi. Kısacası bu
açıklama pek de tatmin edici olmadı. İşte bu durum totaliter rejimlerde yaşayanların ülkelerinin dışında olsalar dahi kendi hükümetlerinin uygulamalarını tenkit etme cesaretini gösteremediklerinin bir örneği oldu.

Trakya Üniversitesinde gelen üç kişilik ekibin ikisi akademik yaşama henüz adım atmakta olduklarında, tebliğleri modern unsurlar ve görüşler taşımakla birlikte, birikim eksikliğine sahip olduklarını gösterdi. Şüphesiz genç akademisyenlerin bu nevi çalıştaylara katılmaları kendilerini geliştirmeleri açısından çok yararlı olmaktadır. Ancak bildiri sunmak yerine, dinleyici olarak katılmalarına olanak sağlanması gerekir.

Stratejik Düşünce Akademisinden dört kişi katıldı. Bazı bildirilerin çalıştayın konusu ile alakası olmaması, bir takımının ise hala terminoloji üzerinde idi da dinleyicileri yordu. Çalıştayda konun din ve ekonomi yönüne değinen iki tebliğ vardı. Bu ikisi de bize ilginç bilgiler aktardılar. Konuşmacılar arasında Çince ve Rusçaya hâkim gençlerin bulunması gelecek için ümit verdi. Yaşlı konuşmacılarımız ise konuya devletçi çözüm önerileri ile yaklaşarak, siyasi iktidarın bu konulara yatırım yapması talepleri aslında sorunlara çözüm olması bakımından pek muğlak kaldılar.

Kapanış oturumuna katılanları sayısı azaldığından ancak on kişi söz aldı. Çünkü Trakya ekibi ikinci günün ortasında apartopar ayrıldılar, Çinli akademisyen de son iki güne katılmadı. Bir-iki kişi de erken ayrıldı. Bir konuşmacı son gün geldi. Bu akademisyenler son oturuma gelerek katkıda bulunsalardı, belki ilginç bazı sonuçlara da ulaşırdık.

Genel olarak Türk Dünyası ile ilişkileri geliştirmek için teklifler sunuldu, bazı yorumlar yapıldı. Bir genç katılımcı aşağıdaki soruları sordu: “Türk Dünyası gerçek mi? Siyasette yeri var mı? Bizler Türki halkların bize benzemesini istedik. Ancak bu yakınlaşmamamızı sağlamadı, tek gönül bağı ile bu konuyu çözemeyiz”. Bir katılımcı ülke uzmanlarının olmamasından yakındı. Üniversitelerimizin uluslararası bölümlerinde bölge uzmanı yetiştirmek gibi bir program bulunmamaktadır. Kısacası bu bölümlerin yeniden gerekmektedir.

Diğer bir akademisyen bu konuya gençleri celp etmek gereğini söyledi. Ancak bu ücret politikası ile gençleri teşvik hayli zor gözükmektedir. Değişik ülkelerde öğrendikleri diller, burada şive veya lehçe sayıldığından, bu dilleri öğrenme arzusunu yok etmektedir. Aslında dil sınavlarında yabancı dil olarak kabul edilseler, öğrenmesi daha kolay olacak Türki dilleri öğrenmeye ilgi artacaktır. Stratejik Düşünce Enstitüsünden iki üye geçmişte denenen ancak başarıya ulaşamayan modelleri tekrarlamak gerekliğine vurgu yaptılar. Çünkü sosyal konularda özel sektörden destek bulmak hayli zor. Sonuçta devlete dayanmak zarureti doğuyor, o da hükümetlerin siyasi tercihleri ve bürokrasinin katılığı ile aşılamaz engellere doğru itiyor.

Ben bu çalıştaydan şöyle bir sonuç çıkardım.
 
a) Hala terminoloji konusunda tartışmalarımız sürüyor. Örnek vermek gerekirse özellikle dilci ve tarihçiler Kazak Türkçesi ve Kazak Türkleri gibi terimlerde ısrar ediyorlar. Kazaklar tabii ki bundan memnun değiller. Onların en azında 80 yıldır kendi dillerinde yaptıkları yayınları mevcut. Ayrıca bizden daha fazla sözlükleri bulunuyor. Uluslaşma sürecinde veya artık o şuura erişmiş bir topluluğa “Sen Türk’sün!” denilerek onları kendimize yakınlaştırma şansını kaybediyoruz.
b) İki ülkeyi birbirine yakınlaştıran en önemli bağ maneviden çok ekonomiktir. Aşağıdaki tablodan ülkelerin ekonomik yapısını aşağı yukarı anlamamız mümkün olacaktır.




Buna göre Kazakistan ile Türkmenistan’dan enerji ithal edebilir gibi gözüküyor. Ancak onlarla aramızda boru hattı bulunmuyor. Diğer üçünün herhangi bir şey ürettikleri yok denilebilir. Fakir ülkeler, onlara ne satabiliriz ne alabiliriz? Kısacası ekonomik açıdan Türkiye için fazla cazibeleri yok.
Ancak inşaat sektöründen bu coğrafyada iş yapan müteşebbislerimiz bulunuyor.

c) Bugün bağımsız Türki cumhuriyetlerin hepsinin ayrı çıkar ilişkileri olduğu için ayrı ayrı ilgilenilesi gerekir. Ayrıca en azından üç tanesine kredi, yatırım veya finansal hibe yoluyla destek gerekmektedir.

d) Türk Dünyası denilince yalnız bağımsızlar değil, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, İran İslam Cumhuriyeti ve Balkanlarda bağımsız olmayan ve hepsinin çeşitli sıkıntıları olan Türki topluluklar akla gelmektedir. Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan dışında ekonomik ilişki kurduğumuz özerk bölge veya topluluk bulunmuyor. Yani bu topluluklarla ekonomik yoldan ilişki kurmamız neredeyse pek mümkün değildir. Onlar Türkiye’den her konuda destek beklemektedir.
 Böyle bir destek ise ancak Moskova’nın (İran’ın veya Balkan ülkelerinin) izni ile mümkün olacaktır.
Tabii bütün bunlar başta siyasi karar, maddi güç ve yetişmiş kadro ile gerçekçi bir çözüme doğru bize yol aldıra bilir. Aksi takdirde bu çalıştayda olduğu gibi bir takım temennilerden ileriye gidemez.

Peki, bu çalıştay gereksiz miydi?

Hayır, tersine bizlerin bilgilerimizi tazelememize yardımcı, tekrar bu konulara eğilmemiz için ise bir nevi teşvik olmuştur. Bu çalıştaydan ayrıca Türk Dünyası ortaklığını gerçekleştirmek, son 27 yılda hayli adım atılmasına rağmen, şu anda ütopya gibi gözüktüğü anlaşılmıştır. Çünkü “realist (gerçekçi)” olalım temennileri ileri sürülmesine rağmen, bolca hayalperest sözler söylenmiş ve yorumlar yapılmıştır. Bunu da bir gün aşacağız, tek şey pes etmemekte yatmaktadır. Neticede dil, edebiyat, tarih, ilahiyat ve ekonomi konusunda oldukça ilerleme sağlanmıştır.

En son olarak da müdür Prof. Dr. Nadim Macit ve ekibine bizleri iyi şekilde ağırladıkları için teşekkür etmemiz gerekiyor. Çalıştaya katılmam, çok takdir ettiğim iki meslektaşımla buluşmamı sağladığı için de mutlu oldum. Oldukça genç bir akademisyen olan Prof. Dr. Mustafa Öner, Tatarca’ya o kadar vakıftır ki, o dilin ve Kıpçakça’nın sözlüklerini hazırlamıştır. 40 üzerinde makalesi ve 16 kitap veya kitaplara katkısı var. Onunla uzun boylu sohbet etme şansım oldu. İkinci değerli akademisyen ise yaşıtım Prof. Dr. Yavuz Akpınar idi. Çok çalışkan bir akademisyen olan Yavuz Beyle tanışıklığımız 1980’li yıllara dayanır. O dönemde kendisi Erzurum’da Kardaş Edebiyatlar adlı bir dergi çıkararak Türk Dünyasına dikkati çeken ilk kişi olmuştur.

Özetlersek Türk Dünyası konusunda çalışanların sayısı hayli artmış bulunuyor. Ancak bu iki akademisyen kalibresine ulaşmış, konularının ciddi uzmanı, mesleklerini ciddiye alan, eser veren, öğrenci yetiştiren az sayıda meslektaşımız bulunuyor.